CSP GENEL BAŞKANI GÜLTEKİN “ANKARA ŞAM İLE DERHAL EL SIKIŞMALI”


 MERSİN HABER- Yurt gezilerini sürdüren Sosyalist Cumhuriyet Partisi (SCP) Genel Başkanı Mehmet Bedri Gültekin dün Mersin’deydi. Mersin Gazeteciler Cemiyeti’nde basın toplantısı yapan Gültekin “Ankara Şam ile derhal el sıkışmalı” diyerek bunun doğuracağı olumlu sonuçları maddeler halinde açıkladı. Basın açıklamasının tam metnini haberimizin sonunda okuyabilirsiniz.

Daha sonra il merkezine geçerek üyelerle sohbet toplantısı yapan Gültekin, kitaplarını imzaladı ve birçok yeni üyeye rozetlerini taktı. Yeni üyelerden 1994 Yılında Sosyalist Parti üyesi olan ve bir TV programında “Allahın izniyle Sosyalizmi kuracağız” diyen Kadir Ünger büyük alkış aldı. Yeni üyeler arasında geçmiş yılların mücadele önderlerinin de yer alması dikkat çekti. Bu üyelerden bazıları: 1980 Yılında Türkiye İşçi Köylü Partisi (TİKP) Kilis Kurucu Başkanı olan iş insanı Abdülkadir Özdemir, 1975 yılında İncirlik Üssüne karşı İskenderun-Adana yürüyüşüne önderlik edenlerden Ali Göksungur, uzun süre Vatan Partisinde il yöneticiliği yapan Özdemir Köle, Türkiye Sosyalist İşçi Partisi eski Samandağ yöneticilerinden Salim Bitmez idi.  Ayrıca gençlik önderlerinden İmdat Ceylan, Emirhan Berk, Önder Serin, Mahsuni Serin, Doğukan Berk’e rozetlerini takan Gül tekin gençlerin katılımından duyduğu memnuniyeti ayrıca belirtti.

                                   Basın Açıklaması Metni:

               ANKARA – ŞAM EL SIKIŞSIN, SINIR KAPILARI AÇILSIN!

 

Dünyanın hiçbir ülkesi 10 yıl gibi kısa bir süre içinde nüfusunun yüzde 10'u kadar bir mülteciyi kabul etmemiştir.

Gene Dünyanın hiçbir ülkesi, kendi içinde işsizlik yüzde 25'lerde iken son hızla mültecilere vatandaşlık vermek gibi uygulamaya gitmemiştir.

Günümüzde nüfusunun yüzde 10'u gibi yabancı barındıran bazı ülkeler vardır. Ama bu ülkelerde söz konusu yabancı göçü, 60 - 70 yıl gibi bir zaman içinde yavaş yavaş kontrollü bir şekilde ve söz konusu ülkenin işgücü ihtiyacına uygun olarak gerçekleşmiştir.

Türkiye'nin ise bırakalım işgücü açığını, tam tersine büyük bir işsizlik sorunu vardır. Ekonomi, Cumhuriyet tarihinin en ağır krizi içindedir. Ve Türkiye son 40 yıl içinde toplam olarak 100 bin insanının canına mal olan bölücü ve irticai terör olaylarından kaynaklanan güvenlik sorunlarıyla boğuşmaktadır. Bu koşullarda gerçekleşen mülteci akını, Türkiye'nin var olan sorunlarını daha da ağırlaştırmaktan başka bir anlama gelmemektedir.

              

EMPERYALİST PLAN

 

Bu tablo durup dururken ortaya çıkmadı. ABD emperyalizminin tek kutuplu dünya hayalini gerçekleştirmek için 1990'ların başından bu yana uyguladığı savaş politikası, bölge ülkelerinin rejimlerini ve sınırlarını değiştirme yönündeki faaliyetleri, bu amaçla bölücü ve irticai terör örgütlerini desteklemesi bugünkü mülteci tablosunu yaratmış durumdadır.

Yani, bugün Türkiye'nin sırtına yıkılmış olan büyük mülteci yükü bazı insanların daha iyi bir yaşam arayışlarının ve Türkiye'nin ihtiyaçlarının sonucu değil, ABD'nin bölge ülkelerini ve Türkiye'yi istikrarsızlaştırma ve parçalama hedefine ulaşması amacıyla gerçekleştirilmiştir.

Elbette ABD bu meşum faaliyetinde yalnız değildi. Bir zamanlar ABD'nin büyük Ortadoğu Projesi'nin eşbaşkanı olduğunu göğsünü gere gere kameralar önünde, tespit edebildiğimiz kadarıyla tam 36 kez söyleyen, bölge ülkelerinin rejimlerini ve sınırlarını değiştirmeyi de içeren 2 sayfa 14 maddelik gizli anlaşma imzaladığını itiraf eden iktidar sahipleri de bu tablonun sorumlularıdır.

 

KRİZİN ÇÖZÜMÜNDE SURİYE ANAHTARI

 

Türkiye'nin Suriye politikası, hiç şüphe yok öncelikle bir milli güvenlik sorunudur. AKP'nin ABD'nin peşine takılarak Suriye'nin iç işlerine karışmaya başladığı çalıştığı günlerden beri böyledir.

Milli güvenlik sorunu, aradan geçen 11 yılın sonrasında bugün; PKK'nın ABD koruması altında Fırat'ın doğusunda kurmaya çalıştığı 2. İsrail oluşumu, İdlip'teki şeriatçı terörist yapılanmaların varlığı, AKP Hükümeti'nin, ödenen bütün acı bedellerden sonra bile hala Suriye'nin belli bölgelerinde Türkiye'nin parası, Mehmetçiğin kanı ile kurmaya çalıştığı "İhvancı devletçik" hayaliyle ve küçümsenmeyecek bir kısmı Suriye'deki terör faaliyetinde rol üstlenmiş Türkiye'deki altı milyon Suriyeli mülteci ile devam ediyor.

İhvancı devletçik hayali olmayan bir iktidar, Dışişleri Bakanını; Suriye'nin "Meclis Başkanı" ve "Hükümet Başkanı" dediği İhvanı Müslim'inin önde gelenleriyle aynı fotoğraf karesi içinde basına servis etmez!

 

                           İHVANCI POLİTİKANIN EKONOMİK BOYUTU

 

İzlenen Suriye politikasının bir de ekonomik boyutu vardır. Suriye politikası, yaşanan ağır ekonomik krizin ortaya çıkmasında önemli bir rol oynadı ve öyle görünüyor ki oynamaya devam edecek. AKP iktidarı kendisinin zaman zaman verdiği rakamlarla ifade edecek olursak bugüne kadar yaklaşık 100 milyar dolarını Suriyeli mülteciler için harcamıştır.

Bu rakamlara, Türkiye'nin şu anda Suriye'de kontrol ettiği alanlarda yaptığı harcamalar (akla gelebilecek bütün kamu hizmetleri –eğitim, sağlık, konut, yol ve diğer alt yapı hizmetleri, kamu görevlilerinin maaşları ve askeri harcamalar vb) dahil değildir.

İşte bu mali yük, Türkiye'nin yaşadığı krizi daha da derinleştiren bir rol oynamaktadır.

 

                           SORUNU ÇÖZMENİN SONUÇLARI

 

Oysa Türkiye, vakit geçirmeden Şam ile el sıkışarak ekonomik kriz ile mücadelesinde çok büyük bir avantaj elde edebilir. Bu avantajları şöyle sıralayabiliriz.

1. Şam ile el sıkışmak, herşeyden önce bugün Türkiye'de toplam sayısı 8 milyona

ulaşmış olan mültecilerin önemli bir kısmının güvenlik içinde ülkelerine dönme kapısının aralanması demektir. Bu da Libya'dan Afganistan'a kadar olan coğrafyada yaşanan göçmen hareketliliğinin tersine dönmesi anlamına gelecektir. Böylece Türkiye, milyarlarca doları bulan kaynağını ülke ekonomisinin hizmetine sunabilecektir.

            2. Şam ile el sıkışmak, hemen arkasından Türk Ordusu'nun Suriye Ordusu ile birlikte

Fırat'ın doğusundaki PKK varlığına karşı ortak operasyon yaparak ABD'nin buradaki 2. İsrail hayalini bitirmesi demektir. Fırat'ın doğusunda devlet olma hayali biten PKK'nın önünde, silahlarını temelli olarak bırakmak dışında bir seçenek kalmayacaktır. Böyle bir gelişme, Türkiye'nin bölücü terörle mücadeleye ayırmak zorunda kaldığı milyarlarca Tl'lik kaynağını halkın refahı için harcayabilmesi demektir.

3. Şam ile el sıkışmak, Batı Asya pazarının ardına kadar Türkiye ekonomisine

açılması anlamına gelecektir. Suriye, Irak, İran, Azerbaycan, Lübnan, Ürdün başta olmak üzere bütün Batı Asya toplam olarak 300 milyonluk bir pazardır.

4.Şam ile el sıkışmak, Türkiye'nin Doğu Akdeniz'de; Libya'nın yanı sıra Suriye ve

Lübnan gibi ve giderek Mısır'ı da yanına alarak elini güçlendirmesi demektir. Doğu Akdeniz ülkelerinin birliği, İsrail'in ve Yunanistan'ın yalnız bırakılması anlamına gelecek ve bu da Türkiye'nin "Mavi Vatan"ındaki haklarına sahip çıkmasının önündeki engelleri kaldıracaktır. Hiç şüphesiz bu gelişmenin ekonomik sonuçları da olacaktır.

5.Şam ile el sıkışmak, bütün diğer olumlu sonuçlarının yanısıra Türkiye'nin içinde

de iç barış demektir. İç barışı olmayan bir ülkede düzgün işleyen bir ekonomi de olamaz. Mülteci sorunu Türkiye'nin altına yerleştirilmiş bir saatli bombadır ve o bombanın pimi ABD emperyalizminin elindedir. İç güvenliği korumak için bugünden harcanan milyarlar, olumsuz gelişmenin daha da derinleşmesi durumunda 10 milyarlar ve hatta 100 milyarlarla ifade dilmeye başlanır. Onun için mülteci sorunu, sadece onların ekonomik ihtiyaçlarının karşılanması sorunundan ibaret değildir. Çözülmemesi durumunda, ekonominin çarklarının sağlıklı olarak dönmeye devam etmesi de sabote edilmiş olacak ve bu da ekonomik krizin daha da derinleşmesi anlamına gelecektir.

İşte bütün bunlardan dolayı, Şam ile el sıkışmak, Türkiye'nin en önemli milli güvenlik sorununu çözmenin ötesinde, ekonomik krizle mücadelesinde de alınabilecek en etkili tedbir olacaktır.

 

0 Yorumlar

Yorum Gönder