Bu okul, Sultan Abdülmecid döneminde, 16 Mart 1848'de, rüştiyelere; yani
bugünkü ortaokullara erkek öğretmen yetiştirmek üzere açılan okuldur. Öğretmene
duyulan ihtiyacın artması nedeniyle daha sonra bu okulların sayıları
arttırılmış ve kız öğretmen yetiştirmek üzere ayrıca Darülmuallimat’lar
kurulmuştur. Darülmualliminlere 1925 yılında Muallim Mektebi, 1932-1933 eğitim
öğretim yılından itibaren ise Öğretmen Okulu adı verilmiştir. 12 Eylül 1980’den
önce özgünlüğü, ilk olması ve tarihselliği nedeniyle, işte bu 16 Mart günü,
Öğretmen Okullarının Açılış Günü’ olarak kutlanmaktaydı. Ayrıca Köy Enstitülü
öğretmenler ve TÖS ve TÖB-DER çatısı altında örgütlenmiş olan devrimci ve
demokrat gelenekten gelen öğretmenler de yine bu 16 Mart Gününü ve 17 Nisan’da
ise; “Köy Enstitülerinin Kuruluş Günü”nü kutlamaktaydılar. Faşist 12 Eylül
Cuntacıları, bu köklü geleneksel ritüellere iyi gözle bakmadılar.
Bunları değersizleştirmeye ve unutturmaya çalıştılar. Bunun yerine, Mustafa
Kemal Atatürk’ün, Millet Mektepleri Baş Öğretmenliğini kabul etmesinin anısını
yaşatmak gerekçesiyle 1981 yılında aldıkları bir kararla 24 Kasım’ı
“Öğretmenler Günü” olarak ilan ettiler. Ayrıca, yine bu aynı 12 Eylül Faşist
Cuntacıları, Ordu Evleri örneğinden esinlenerek Öğretmen Evlerini kurdular.
Faşist 12 Eylül Cuntacılarının bu uygulamaları, belki de bozuk bir saat bile
bir günde en az iki kere doğruyu gösterir misali, askeri darbe yönetimi boyunca
yaptıkları sınırlı sayıdaki olumlu işler arasında sayılabilir. Demek ki bazen,
yanlış adamlar da doğru işler yapabilirlermiş. Her ne kadar askeri darbe
yönetimince kabul ve ilan edilmiş olsa bile 24 Kasım kutlamalarının bizim
eğitim tarihimizde önemli bir yeri ve özgün bir anlamı vardır.
Çünkü Bağımsız Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucu önderi Mustafa Kemal
Atatürk, 1 Ekim 1928 günü gerçekleştirdiği Harf Devrimi’ni hayata geçirebilmek
amacıyla bizzat kendi tasarımı olarak “Millet Mektepleri”ni kurmuştur. 24 Kasım
1928 günü ise kendi kurmuş olduğu bu “Millet Mektepleri”nin Baş Öğretmenliğini
kabul etmiştir. Millet Mektepleri, o yıllarda henüz kabul edilmiş olan Latin
Alfabesiyle halkın tamamına okuma-yazma öğretme konusunda çok büyük başarılar
sağlamıştır. İşlevsel ve etkin bir model olması nedeniyle daha sonra, dünyada
bugün bile efsaneleşmiş bir öğretmen yetiştirme modeli olarak kabul edilen “Köy
Enstitülerinin” kurulmasına esin kaynağı olmuştur. Öğretmenler Günü’nün konuluş
amacı; öğretmenin toplumdaki yerini, rolünü, önemini ve değerini anlamak ve
anlatmaktır. Öğretmeni, toplum içerisinde hak ettiği saygın yerine oturtmaktır.
Öğretmenler arasındaki bağı kuvvetlendirmek, öğrencileri ile aralarındaki
sevgi, saygı ve dayanışmayı güçlendirmektir. Emekli olan öğretmenleri saygıyla
anmak ve yeni atanmış öğretmenlerin mesleklerinin bilincine varmalarını sağlamaktır.
Başlangıçta, söylemde böylesine ideal olan bu hedeflere ulaşmak için yapılan
kutlamalar, zaman içerisinde giderek anlamını yitirmiş ve sıradanlaşmıştır.
Özünden ve amacından saptırılmıştır. Âdet yerini bulsun diye yasak savarcasına
geçiştirilen bir gün haline getirilmiştir. Öğretmenlik mesleği ise, sadece
Öğretmenler Günü’nde şarkılarla, şiirlerle anılan, söylemde yüceltilen, ertesi
gün ise unutularak kaderiyle baş başa bırakılan bir meslek konumuna
düşürülmüştür. Bugün geldiğimiz noktada; acaba böyle bir günü kutlasak mı?
Yoksa, kutlamasak mı? Diye insanı ikilem içerisinde bırakan, hüzünlü bir güne
dönüştürülmüştür.
Ancak, mevcut koşulların tüm olumsuzluk ve zorlamalarına rağmen bu önemli ve
çok anlamlı gün, yine de çeşitli tören ve etkinlikler düzenlenerek
kutlanmalıdır. Böylelikle, 24 Kasım Öğretmenler Günü geleneği ve coşkusu
yaşatılmaya ve geleceğe taşınmaya çalışılmalıdır. Ülkemizde; 24 Kasım’dan başka
ayrıca bir de 5 Ekim “Dünya Öğretmenler Günü” kutlamaları yapılmaktadır. Bunun
nedeni, Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nın Eğitim, Bilim ve Kültür örgütü olan
UNESCO’nun, öğretmenlik mesleğinin özel önemi nedeniyle 1994 yılında aldığı bir
kararla, her yılın 5 Ekim gününü “Dünya Öğretmenler Günü” olarak kabul ve ilan
etmiş olmasıdır. Türkiye, bu örgütlerin üyesidir. Bu nedenle, “5 Ekim Dünya
Öğretmenler Günü” Birleşmiş Milletler’e üye öteki ülkelerde olduğu gibi
ülkemizde de kutlanmaktadır. Bu özel günler, birbirini ikame eden, birbirinin
alternatifi olan günler değildir. “5 Ekim Dünya Öğretmenler Günü” evrenseldir.
24 Kasım Öğretmenler Günü ise, ulusal bir özel gündür. Öğretmenlik, sıradan bir
meslek değildir. Tıpkı doktorluk ve askerlik mesleği gibi kutsal sayılan
mesleklerden birisidir.
Çünkü nasıl ki bir Doktor Hipokrat yeminiyle kendisini mesleğine adıyorsa ve
bir asker mesleğini icra ederken ölümü bile göze alıyorsa; öğretmenlik
mesleğinin de bunlar gibi bir adanmışlık boyutu vardır. Öğretmenler de tüm
yaşamlarını öğrencilerini her yönüyle en iyi şekilde yetiştirmeye
adamaktadırlar. Mesleki yaşamlarının tamamını bu çeşit eğitim-öğretim
faaliyetleriyle geçirmektedirler. Mesleklerini icra ederlerken, sürekli olarak
kendilerini yenilemek, verici, paylaşımcı, özverili, hoşgörülü, sabırlı,
anlayışlı, üretken, yönlendirici, önder ve örnek olmak zorundadırlar. Bu çeşit
zorunlulukları nedeniyle öğretmenlik, insanı tüketen bir meslektir. Tükenmişlik
sendromunun en çok görüldüğü mesleklerden birisi de öğretmenlik mesleğidir.
Öğretmene hak ettiği değerin, önem ve statünün verilmediği dönemlerde bu
sendrom daha sıklıkla ortaya çıkmaktadır. Eğitim, bir toplumun geleceğine
yapılan yatırımdır. Toplumların gelecekte ulaşacakları uygarlık, kalkınmışlık
ve refah düzeyleri aldıkları eğitime göre şekillenmektedir. Eğitimin en temel
unsuru ise öğretmendir. Kendileri özgüvenli, mutlu ve üretken olmayan
öğretmenlerin, özgüvenli, üretken ve mutlu öğrenciler yetiştirebilmeleri
imkânsız denilebilecek kadar zordur. Türk öğretmen yetiştirme düzeninde,
Darülmuallim’lerden başlamak üzere, Yüksek Öğretmen Okullarında, Eğitim Enstitülerinde,
Öğretmen Liselerinde ve Köy Enstitülerinde her zaman gerçekten çok yüksek
nitelikli ve idealli öğretmenler yetiştirilmiştir. Öğretmenin kaliteli olduğu
dönemlerde eğitimden de çok kaliteli sonuçlar alınmıştır. Son yıllarda pek çok
alanda bozulmalar görüldüğü gibi öğretmen yetiştirme düzenimizde de çeşitli
bozulmalar ortaya çıkmıştır. Öğretmen idelerinden ve öğretmenlik mesleğinin
adanmışlık boyutundan uzaklaşılmıştır.
Öğretmenlik mesleği, sıradan, vasıfsız bir memuriyete dönüştürülmüştür. Öğretmen,
eğitim sisteminin temel belirleyici unsuru olduğuna göre, eğitim sistemini
düzeltmek için yasa ve yönetmelik çıkartmak ya da teknik projeler hazırlamak
yerine her şeyden önce öğretmen yetiştiren kurumların düzeltilmesi gerekir.
Günümüzde ne yazık ki öğretmenlik mesleği, tam bir sorunlar yumağı haline
gelmiştir. Öğretmenlerimizin başta ücret olmak üzere pek çok çözüm bekleyen
sorunları mevcuttur. Avrupa Birliği Ülkelerinde ortalama bir öğretmen aylığı
5.000.-EURO’dur. Türkiye’deki ortalama bir öğretmen maaşı ise 500-600 EURO’ya
karşılık gelmektedir. Öğretmen maaşlarında hakkaniyet ölçülerine uygun
düzenlemeler yapılmadığı için öğretmenlerimiz giderek yoksullaşmaktadırlar.
Özel okul öğretmenleri ise tam bir başıboşluk ve denetimsizlik ortamında
sefalet ücretleriyle çalıştırılmaktadırlar. Öğretmenler, kötü çalışma ortamları
ve ağır ders yükleri altında ezilmekte ve sömürülmektedirler. Atanamayan
öğretmenler sorunu ise tam bir toplumsal faciaya dönüşmüştür. Atanamayan
öğretmenler arasından her yıl onlarcası intihar etmektedir. Hatay Gezisi
sırasında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a “yalvarırım, ne olursunuz, atama
istiyoruz” diye seslenen genç öğretmenimizin gözyaşları ve feryatları asla
unutulmamalıdır. Bu atanmayan öğretmenler sorunu, hakkaniyetli ve adaletli bir
şekilde ve mutlaka çözüme kavuşturulmalıdır.
Öğretmen ve eğitim yöneticisi atamalarında liyakat sistemi tamamen çökmüştür.
Etik ve vicdani olmayan bu anlayış ve yaklaşımlardan vazgeçilmelidir. Bütün bu
sorunların giderilebilmesi için çağdaş bir Öğretmenlik Meslek Yasası
çıkartılmalıdır. Bu yasa çıkartılırken, öğretmen sendikalarının rapor, talep ve
önerileri göz önünde bulundurulmalıdır. Öğretmenlerin ve emeklilerinin burada
saymakla bitiremeyeceğimiz daha pek çok sorunları vardır. Bu nedenle sözü daha
fazla uzatmadan başta sorduğumuz “Öğretmenler Günü’nü hangi tarihlerde
kutlamalıyız?” sorusunun yanıtlarına dönecek olursak; bence 5 Ekim’inde, 24
Kasım’ında, 16 Mart’ın da ve 17 Nisan’ın da tarihsel anlam ve önemine uygun bir
şekilde kutlanmasının hiçbir sakıncası yoktur.
Aksine, özel olarak öğretmenlik mesleğinin ve genel olarak da tüm bir eğitim
siteminin sorun ve taleplerinin gündeme taşınması amacına hizmet etmesi
açısından; tüm bu özel günlerin ayrı ayrı kutlanması çok daha yararlı olacaktır.
Daha ilkokul sıralarından itibaren bin bir özveri ve emeklerle bizleri
yetiştirmeye çalışan ve hepimizin bugün sahip bulunduğumuz mevkii, meslek,
kariyer ve statülerimizi borçlu olduğumuz öğretmenlerimizin 24 Kasım
Öğretmenler Günü kutlu olsun.
0 Yorumlar